Duyarsızlık kelimesine vikipedide baktığımda şöyle bir tanımlama ile karşılaştım: “Bir insanın toplumun veya diğer insanların duygusal, sosyal veya fiziksel yaşamlarına ilgi duymamasıdır.
Duyarsızlık fertleri tek başına etkileyebileceği gibi toplumları veya grup halinde insanları da etkileyebilir. Örneğin diğer ülkelerde veya ülkenin diğer bölgelerinde yaşanan savaş, ölüm, açlık gibi zorlukları önemsemeyerek sadece kendi sorunlarıyla ilgilenmek duyarsızlık olarak nitelenir.
Bazı hastalıkların insanlarda duyarsızlığa yol açtığı gözlenmiştir. Örneğin Alzheimer hastalığı, Demans, Huntington hastalığı ve Şizofreni gibi hastalıklara yakalanmış kişilerde duyarsızlık durumu gözlenir. Ayrıca bazı ilaçlar ve uyuşturucu maddeler de duyarsızlığa yol açabilir.”
Duyarsızlık, fobik durumlarda (panik atak, agorafobi, sosyal fobi vs.) terapi tekniği olarak kullanılmakla birlikte, fobik durumun olmadığı normal yaşantılarda istenmeyen, zarar veren bir durumdur. Duyarsızlık, iki şekilde ortaya çıkabilir.
Son yıllarda yaşananlara baktığımızda ‘duyarsızlık’ gibi ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkün. Normal yaşantılarda duyarsızlığın yaygınlaşması, hem bireyler, hem de toplum için ciddi problemlerin gelişinin ayak sesleridir. Peki nedir bu problemler?
Öncelikle birinci duyarsızlık türünü ele alalım. Kişinin kendi kendisine karşı duyarsızlığı, önce kendisine, sonra topluma zarar verecektir. Çünkü duyarlılığını yitirmiş bir kişi, umursamaz tavırlar içine girer. Vurdumduymaz, umursamaz davranır. Hareketini, heyecanı, isteğini kaybeder. Tabir-i caizse, kendine hayrı yoktur ki başkasına olsun.
İkinci duyarsızlık türünde ise durum daha farklıdır. Kişi kendi menfaatine dokunmadığı müddetçe başkasına yapılan haksızlıklara seyirci kalır. Başkasının acıları onun için önemli olmadığı için, onlara zarar verilmesine veya onların acılarına karşı duyarsızdır. Bu duyarsızlık türünün yaygınlaşmasının en büyük zararı; toplumsal olarak aidiyet duygusunu, bir arada yaşama kültürünü, vicdanı ve hakkaniyeti yitirmektir. Bu kadar yitiklerin olduğu bir toplumda birlik ve beraberlikten, toplumsal kalkınmadan ve ilerlemeden söz edebilmek mümkün mü?
Tüm bu bilgiler ışığında bize düşen şey; empati duygumuzu geliştirmeye çalışmak, kendimizi karşımızdakinin yerine koyabilme becerisini gösterebilmek ve kişilerin kimliğine bakmaktan vazgeçerek yapılanı değerlendirmektir. Kimin yaptığına bakmadan, yapılan uygulamalar doğru ise desteklemek, yanlış ise karşı çıkmaktır.
Yazımı Napolyon’a ait bir sözlerle bitirmek istiyorum.
“Dünyanın çok acı çektiğini görüyorum. Bunun nedeni, kötü insanların uyguladığı şiddet değil, iyi insanların suskunluğu”.
Trdoktor; blog sayfasıdır. Trdoktor blog sayfası üzerinde doktorların yazdığı makale ve videoları görünütleyebilirsiniz.